Yansıma Dünya
MAHMUT AYDIN
1989 Diyarbakır doğumlu olan Mahmut Aydın, 2014 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi, Heykel bölümünden mezun oldu. Bu süreçte birçok yarışmalara katılıp ödüller
alan Mahmut Aydın, birçok önemli organizasyon ve sergide de bulunmuştur. Figüratif heykeller
yapan Aydın, çalışmalarına halen İstanbul’da bulunan atölyesinde devam ediyor.
Temelde insana
dair konuları ele alan sanatçı, insanın yaşamı ve iradesi üzerinde etki eden doğal ve yapay
koşulları ile zaman içinde oluşan değişimi plastik değerlerle anlatmayı amaçlıyor. Bu bağlamda
insana dair ne varsa heykeline konu ediniyor. Mahmut Aydın için herhangi bir durum veya nesnenin
kendi bağlamının yanı sıra ondaki etkisi ve yapılacak heykeldeki yer alış biçimi önemlidir.
Sanatçı, sanat eserini ortaya çıkaran itici gücün, sanatçının duyduğu içsel gereksinimlerini bilgi
ve becerisiyle farklı disiplinler ile dışa vurumu olduğu görüşünü savunuyor.
Eserlerinizde genellikle insan figürü kullanıyorsunuz. İnsan iradesi ve yaşamına etki eden unsurları işlediğinizi söylüyorsunuz. Bunu biraz açmanızı rica edeceğim. İnsan iradesi ve yaşamına neler etki eder? Bu unsurlar sizin üretimlerinizi nasıl besliyor?
Fikirlerin sezgisel bir süreçle başlayıp zaman içinde bilgi ve deneyimle birleştiğini ve neden sonuç ilişkisinin irdelendiği bir sürece geçtiğini düşünüyorum. Heykellerimde aslında bir boşluğun içinde bulunan bir kütleye, belli ölçülerde müdahalelerde bulunarak ışık gölgeyle birlikte plastik değerler oluşturuyorum. Bu süreci ise çoğunlukla insan formlarıyla yapıyorum. Bunun en belirgin sebebi ise sanırım duygularımı en yalın haliyle anlatabileceğimi, yanı sıra izleyiciyle organik bağ kurabileceğimi düşünmemden kaynaklanıyor. Temelde insana dair konuları, insan yaşamı ve iradesi üzerinde etki eden doğal ve yapay koşullar ve zaman içinde oluşan değişimi anlatmayı amaçlıyorum. Bu bağlamda insana dair ne varsa heykele konu olabiliyor. Günümüzde deneyimlerimi bilgi ve birikimim doğrultusunda, ekspresif tatlarla birleştiriyor ve bir bakıma aşina olduğumuz formları yapıbozuma uğratarak yorumluyorum. Benzer zamanları yaşıyor olmamıza rağmen farklı zaman algılarımız, daha doğrusu öznel zaman dilimleri yaratarak adeta akışta parantezler açıp birbirinden farklı içsel dünyaları var etmemiz, beni düş ve gerçeklik arasındaki bu ikilemi irdelemeye itiyor.
Eserlerinizde genellikle soğuk tonlar ve malzemeler kullanıyorsunuz, ben bunun nedenini merak ediyorum. Bu unsurlar bana bir noktada robotlaşmayı da çağrıştırıyor hatta bir noktada eserlerinizde kullandığınız figürler izleyicisine farklı bir dünyadan bakıyor bence. Sizin bu noktadaki duruşunuz nasıl bunu merak ediyorum…
Daha ilk aşamada bir bütün olarak düşündüğüm fikrin boşlukta yer alış biçimi, boyutu ve kompozisyonu, doğrudan rengi ve tonuyla bir bütün halinde kurgulamama neden oluyor. Bu noktada temaya uygun rengi seçerken, tonun içerikle bütünleşmesini istiyorum. Heykellerimi tasarlarken çoğu kez, kendimi yapmak istediğim heykelin yerine koyarım. Bir bakıma kendini dışarıdan izleyen bir ben gibi, o formu tüm detaylarıyla canlandırmak isterim. Bu yaklaşımla, o anda bir parantez açtığımın hissine kapılıyorum. Çevremde olan biten her şeyi bir bellek gibi kaydeden, anda kalan ve anlamaya çalışan; olup bitene karşı bir o kadar duyarlı ama aksiyon içinde olmayan, gözleri kapalı bir bellek gibi konumluyorum.
Reflect’te “Yansıma Dünya” eserinizle yer alıyorsunuz. Yansıma Dünya nasıl ortaya çıktı? İnsan figürü üzerinden ele alınan bu eserde bedenin alt tarafı tamamen mat bir malzemeden oluşurken üst beden izleyicisini yansıtacak şekilde bir malzemeyle oluşturulmuş, oldukça enteresan bir eser gerçekten. Yansıma Dünya’yı sizden dinlemek isterim.
Yansıma Dünya, tamamlamadığım ve sanırım uzun süre aralıklarla devam edeceğim bir konu olacak. Bir bakıma günümüzdeki post truth çağına atıfta bulunan, gerçeği ve düşü, doğayı ve varoluşu irdeleyen bir seri. Fikir ise lise yıllarında Platon’un mağara alegorisiyle şekillendi. Alegoriye göre bazı insanlar karanlık bir mağaraya zincirlidir ve başlarını sağa ya da sola çeviremezler. Sadece karşılarında duranları görebilirler. Doğuştan beri bu mağarada bulunan insanlar, mağaranın girişinden yansıyan nesnelerin gölgelerini görür ve bunları gerçeklikleri olarak algılarlar. Nihayet bir gün bu insanlardan bir tanesi zincirlerinden kurtulur ve mağarayı terk eder. Mağarayı terk eden bu insan mağaranın dışında yeni bir gerçeklik ile tanışır ve duvarda gölgelerini gördüğü nesnelerin gerçek olmadığının farkına varır. Bunu mağaradaki arkadaşları ile paylaşmak üzere mağaraya geri döner. Mağaradaki arkadaşları ise mağaranın dışında farklı bir gerçeklik olduğuna inanmazlar. Ve bu insanlara mağaranın dışındaki gerçekliği aktarabilmek de imkânsızdır. Alegoride mağaranın toplumu, zincirin o toplumsal yapı içerisinde var olan kuralları, mağaranın duvarına yansıyan gölgelerin toplumda kabul edilen doğruları sembolize ettiği ileri sürülebilir. Buna göre zincirini kıran birey, gerçek hakikatin peşine düşen sorgulayan insanı temsil etmektedir. Bu yaklaşımla ele aldığım heykelde sembolik birtakım unsurları formülize ederek, heykelde odağın ışık gölge olduğunu ve ışığın geçtiği alanın hemen fark edilecek keskinlikte bir daire içine alıp heykelin arkasına konumladığım içbükey formla devam ediyor oluşu, kullandığım boyanın özelliği olan aynı etkisi ile birleşerek amaçladığım etkiyi veriyor. Bu şekilde Yansıma Dünya, bağlamıyla bütünleşiyor.
Communitymize dahil olduğunuz için oldukça mutlu olduğumuzu belirtmek isteriz, bizi kırmayıp röportaj yaptığınız için de ayrıca teşekkür ederiz…
Benim için de bu oluşumun bir parçası olarak heykelim ile katkı sağladığım için çok mutluyum. Sevgilerimle…